seyir defteri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seyir defteri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2010 Perşembe

THY ve Formula 1




Türk Hava Yolları, NBA'in gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından Kobe Bryant'la kurumun marka elçisi olması için sözleşme imzaladı. Öncelikle bu büyük bir başarı ve bu hamleleri için büyük bir alkışı hak ediyorlar... THY 'nin Stratejisi çok farklı,gösterişli ve bana göre doğru bir strateji.

Alanında çok popüler ve güvenilir olan isimler ve kurumlarla sözleşme imzalıyorlar, bu sayede gerçek anlamda "Globally World's" seviyesine geliyorlar... Ancak bu yazıyı kaleme almamın asıl sebebi şu: Her zaman çok uzağa gitmeye gerek yok, zira bu uluslarası değerlerin en büyüklerinden biri "Formula 1" senin elinde. Dünyada sadece 19 pistte yapılan motorsporlarının zirve organizasyonlarından ayaklarından biri, belki de takvimin en güzel pisti olan Istanbul Park'ta koşuluyor. THY bu organizasyona sponsorluk yaparak adını Türkiye'nin "Globally World's" pencerelerinden birinde çok net duyurabilir. Bu sayede hem kendi adını bir başka boyutta duyurmuş olur hem de ülke repütasyonu seviye atlar... Bazı HavaYolları'nın F1'deki kazalar sebebiyle bu organizasyondan uzak durmak istedikleri bilinen bir gerçek. Yani içinde kaza kavramı olan bu sporla çok da özdeşleşmek istemiyorlar. Bir ölçüde ve ilk bakışta mantıklı gözükebilir; ancak bu düşüncenin büyük resme bakılarak karar verilen bir fikre dönüştüğü konusunda şüpheliyim.

Formula 1 Dünyanın en büyük uluslararası spor organizasyonlarından biri. Ekonomik getirisi ve reklamnın dışından bir global marka, tıpkı THY'nin ulaşmak istediği hedefi gibi. Yani adınızın bu marka ile anılması sizi istediğiniz hedef globallikse -ki o- kolayca potaya sokacaktır. Düşünün dünyanın en önemli hava yollarından Ethiad, Gulf Air, Qantas gibi şirketler de kendi ülkelerinde Grand Prix'lerine sponsor olmuş durumdalar. Uçaklarının boyasını tıpkı THY'nin Barcelona ve Manchester UTD'a yaptığı şekilde F1 tarzında yapıyorlar.Reklamlarını bu noktadan hareket ederek, dünyayı buluşturma noktasında topluyorlar. Düşündükleri asıl şey ise, pistteki kaza bizi kötü etkiler değil, bu uluslararası marka ile bir aradayız. Dünyayı buluşturuyoruz. Yıldızlar gökyüzünde bizimle uçuyor - İstanbul'a bizimle konuyor. Global düşünce - Büyük Resim... Kimse pistteki THY ile özdeşleştirmez, tıpkı futbolcu sakatlıklarını özdeşleştirmeyecekleri gibi. Ama uluslarası vizyonu, globalleşmeyi, yıldızların seçimini her daim hatırlayacaklardır..... Şampiyona bitmiş ve üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen asıl konu halen İstanbul GP'si, bunu unutmamak lazım.


Bir örnekle gelelim yazının sonuna. Abu Dabi GP'sinin ardından Birleşik Arap Emirlikleri'nden , İstanbul'a Ethiad'la döndük. Ethiad, Abu Dabi'deki yarışın resmi sponsoruydu. Uçağın üzerinde dev puntolarla Ethiad Airways Abu Dabi GP yazıyor ve F1 Dünyası bu uçakla taşınıyordu.Ayrıca tüm koltuklarda "F1 Racing -Abu Dabi Edition" vardı. (Arapça ve İngilizce baskılarla).. Pilot, kalkış öncesi ilk olarak (hepimiz sıradan açıklamalar yapacak sanarken) "Umarım iyi bir Ethiad Abu Dabi GP geçirmişsinizdir. Biz büyük keyif aldık,gerçi Alonso'muz kaybetti ama mücadele harikaydı" şeklinde bir anons yapınca dünyanın 4 bir yanından onlarca insanı taşıyan uçakta uluslararası bir dil "Sporun dillinin" egemen olduğu ortaya çıktı.



Ethiad Havayolları, kendi evinde içinde kazalar olduğudan dolayı hatırlanacak bir yarış pistine sponsor olduğu için değil, tarihe tanıklık edilirken kendisinden Ethiad Abu Dabi Grand Prix olarak bahsedildiği ve tarih boyunca da böyle bahsedileceği için gururluydu. Tıpkı Avustalya, tıpkı Bahreyn, Kanada ve niceleri gibi....

10 Kasım 2010 Çarşamba

Brezilya'dan Son Notlar #6 - (Seyir Defteri 6)


Brezilya genel olarak verimli bir seyahat oldu. Bantları sonucunda geri dönüşler gerçekten muazzamdı. Özellikle Senna Bandı için gelen tepkiler bizi çok mutlu etti herkese tekrar teşekkürler. Şu ana kadar yaptığımız bantlar içersinde en fazla geri dönüş alan banttı. Aslında bu iş padok'ta da ses getirdi(miş)... Şöyle söyleyeyim, padok'ta yürürken, birçok gazeteci Senna bandı yapıyormuşsunuz diye bizimle konuştu. Hatta Speed TV'den ABD'li arkadaşımız William -ABD'li ama Londra'da yaşıyor; gelip birkaç kelam da ben etmek istiyorum dedi. Hay hay seve seve dedik. Ancak William'ın sözleri bant son haline ulaştıktan sonra geldiği için yayınlıyamadık. Bantta bir de Barrichello anısı eksik - bu ve birkaç sahneyi daha ekleyip ileride bir Yönetmenin versiyonu bölümü bile yayınlanabilir; neden olmasın?


Şunu belirteyim, Brezilya'da daha önceden de karaldığım gibi garip bir can ve mal güvenliği sorunu var. Şöyle ki, henüz çarşamba günü padoktan bir kamera gitti. Ertesi gün 3 Sauber takım çalışanı soyuldu. Jenson Button olayını biliyorsunuz zaten... Bizim de başımıza şöyle bir şey geldi. Medya Merkezinden hava karardıktan sonra çıkartılmadık. Tayfun'la Dünya'nı her tarafında geç saatlere kadar çalıştığımız düşünülecek olursa, garip bir durumdu bizim için. Eğer dışar kamera ve bilgisayarlarla hatta cep telefonları ile çıkarsa kesin olarak soyulacağımız söylendi bize. Özel olarak bir araç getirildi padoğa ve o araç bizi taksilere kadar götürdü oradan da otele kadar bırakıldık. Bunu da bir dip not olarak vereyim dedim...


Brezilya yine de güzel bir yerdi, dublex daireli uzun gökdelenler dikkat çekiyor ve yemek yenecek iyi lokantalar var. Serhan Acar ve Tayfun'la birer et canavarı olarak bu toplara girdik. Aynı canavarlığı dondurmada da gösterdiğimiz oluyor ancak iyi bir dondurmacıya rastlamadık....



Bu arada beni en mutlu eden şey, Tayfunla birlikte aldığımız Corinthians Ronaldo formaları oldu. Ben beyaz o siyah formayı aldı. Bir Ronaldosever olarak - ki sadece 1 gerçek Ronaldo var ;)- bu forma çok özel bir parçası oldu forma koleksiyonumun. Bu arada Sao Paulo'da hemen hemen herkesin Corinthianslı olduğunu belirteyim. Hatta formalarımızla dolaşırken, yanımıza gelip, bol bol formalarımızdan dolayı tebrik aldık. Dip not Vasco'yu da severim Brezilya'da.


Brezilya'dan Türkiye'ye gelip sadece 1 gün kalıp Abu Dabi için hazırlandık ve yola çıktık. Ben de tam o yol da noktaladım, bu satırları. Seyir Defteri'nin Brezilya bölümünü de böylece noktalamış olalım.




Sırada final ve son perde var.

İstikamet Abu Dabi...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Brezilya'dan Notlar 2 (Seyir Defteri #5)


Brezilya’dan 2. Notlarla tekrar merhaba…

Bu satırları Brezilya’dan Türkiye’ye doğru geleceğini umduğumuz uçağımıza binmeden öne yazıyorum. Brezilya GP’sinde seyir defterine ait sadece bir yazı gönderebildim, ancak bantların yapımı ve röportajlar gerçekten inanılmaz zaman aldı. Özellikle Ayrton Senna bandı…Yine de yaşadıklarımızı yavaş yavaş ekleyceğim. Devam edelim…

Kısaca bir yarıştan bahsedelim. Red Bull Brezilya’da Sebastian Vettel 1 – Mark Webber 2.’liği alınca takımlar klasmanında şampiyonluğu elde etti. Hak ettikleri bir başarıydı bu.Pilotlar içinse çok da detaya girmeyeceğim ama şurası bir gerçek ki muhteşem bir sezon izliyoruz. Fernando, Seb, Mark, Lewis hepsinin şampiyonluk şansı var. Bundan sonrası denklemler kümesi. Ama kim kazanırsa kazansın bu 4 yarışçıya şimdiden teşekkür etmek lazım.

Daha önce belirttiğim gibi, Bernie Ecclestone röportajına ve Ayrton Senna Bandına değinmeye çalışacağım…

F1’de Türkiye GP'sinin geleceğinin tartışıldığı şu günlerde, uzun bir süredir gelişmeleri 1. ağızdan duymak ve bunu TRT izleyicilerine aktarmak için Bernie Ecclestone'la özel bir röportaj yapmak istiyorduk. Sonunda bunu Brezilya'da başardık...

Bernie normalde röportaj vermeyi pek de sevmeyen bir kişi. Önceden alınmaya çalışılan randevular dahil istemiyor sevmiyor. Bizim de uzun süredir peşimde olduğumuz bu röportajın hikayesi oldukça ilginç gelişti aslında.

Interlagos'un padokunda röportaj ve bazı farklı işler kovalarken Bernie’yi kendi özel odasına girerken gördük... Bir süre Tayfun’la o odanın önünde bekledik. Bu süre zarfında içeride bir arkadaşıyla tavla oynamaya başladı Bay E. Genelde kapısı kapalıdır ve içeri birisi girince rahatsız olur. Ancak vakit bu vakittir deyip dayanamayarak kapıyı çaldım ve içeri girdim....

Bu ani hareketimize şaşırarak baktı. Bernie’ye Türk televizyonundan TRT'den olduğumuzu ve kendisiyle özel bir röportaj yapmak istediğimizi söyledim. Oyununa döndü, bir kez daha zar attı, elini oynadıktan sonra tekrar bana döndü. Türk televizyonundan olduğumuzu bildiğini ayrıca hem Türkiye’yi hem de Türkleri çok sevdiğini söyledi. Ben de teşekkür ettim elbette.

Bir kez da zar attıktan sonra bana Perşembeleri çalışmadığını, sadece Cuma, Cumartesi ve Pazar çalıştığını ifade ederek ertesi gün gelmemi istedi. Ben de kaçta geleyim diye sordum. 11:00 uygun dedi. Peki deyip, teşekkür ederek yanından ayrıldım.

Ertesi gün saat 10:50’de odanın önüne geldim. Yine tavla oynuyordu. Sanırım bu aralar sürekli tavla oynuyor. 15 dakika sonra dışarı çıktı yanıma geldi ve röportaja başladık. Röportajın detaylarını da bu bloga ekleyeceğim. Ancak, şimdilik başlı başına önemli olduğuna inandığım bu hikaye ile noktalıyorum satırlarımı.

Not: Ayrton Senna bandı ile ilgili detayları da daha sonra aktaracağım…

Şimdi yavaş yavaş uçağa geçmemiz lazım zira vakit geldi…

Görüşmek üzere

Erbatur

5 Kasım 2010 Cuma

Brezilya'dan Notlar 1 (Seyir Defteri #4)




Brezilya'ya THY'nin adeta Formula 1 Breziya GP'si için özel olarak kullanmaya başladığı Sao Paulo uçağı ile geldik...

Filoya yeni dahil edilen büyük uçakla, hiç aktarma yapmadan 14 saatte Istanbul'dan Sao Paulo havalimanına ulaşıyorsunuz....


Uçuşta "PS I Love You" filmini izledim ve başladığım andan itibaren elimden düşmeyen "Olasılıksız" isimli kitabı okudum... Tayfun "Film Kulübü" isimli kitabı okurken, Tom Cruise ve Cameron Diaz'ın oynadığı "Gece ve Gündüz'ü" izlemeyi tercih etti. Serhan Acar ise Stephen King'ten "Denetçiler" isimli kitabını okudu... Bu arada Brezilya'ya bizimle birlikte Serhan Asker de geldi...



Aslında araba kiralamak için önceden bir rezervasyon yaptırmıştık ancak, Araba kiralayan şirkete geldiğimizde önceden konuştuğumuz halde 2 aracımızda da navigasyon olmadığını öğrendik ve taksi konusunda fikir birliğine vardık. Bu arada, bu konuyu konuşurken, Brezilya'da yolların aşırı karışık, taksi ücretlerinin düşük, ara sokaklarınsa aşırı güvensiz olduğunu belirtelim....(öyle ki geçtiğimiz yıl 2 tane F1 araç yapıştması olan arabayı durdurup soymuşlar - bu yüzden çoğu gazeteci taksiyi tercih ediyor)....



Otelimiz gayet hoş ve nezih... Hemen yanında çok iyi bir hamburgerci var ki, bu yurt dışında yemek yemek adına çok kritik bir şey. Bu arada bu hamburgercinin benim en büyük hobim olan 1950'lerin ABD'sinden fırlamış şekilde tasarlandığını da belirtmem lazım. Vişneli kolalar, arkada sürekli çalan rock'n roll, özel kıyafetleri ile çalışan görevliler, film seti gibi.



Ertesi gün Padok'a güzel bir otel kahvaltısının ardından geçtik, inanın Kore'deki yemeklerin ardından ilaç gibi geldi... Açık büfeyi dolduran Türkler katagorisinden örnekler sunduk....



Ama padok'a geçmeden önce biraz da yoldan bahsedeyim... Sao Paulo orta seviye bir şehir. Zaman zaman yüksek binalar zaman zaman getto bölgeleri dikkat çekiyor. Trafiği ise Istanbul için "Dünyanın başka yerinde böyle trafik yok kardeşim" diyenlere gösterilebilecek çok önemli bir örnek. Bazen duruyor ve dakikalarca yolda kalıyorsunuz... Bu arada navigasyon olmadan arabayı almadığımıza bir kez daha mutlu olduk çünkü yollar biz Istanbullular için bile karışık....



Pist -Bursa'yı bilenler için söylüyorum- yolun kenarından tribünlerin gözüktüğü bir pist hatta biraz da Ali Samiyen gibi... Gerçekten çok eski ve İzmir Atatürk stadında Kupa mücadelesi izlemeye gelmişsiniz havası yaratıyor...





Padok alanı çok dar. Bu bizim için iyi tabi, önemli isimleri padokta kolayca yakalayabiliyoruz. Elbette şampiyonun burada belirlenme ihtimaline karşılık, F1'in hemen hemen tüm önemli isimleri, Interlagos'un padoğuna akın etmiş durumdalar...

Belirtemeden geçemeyeceğim, sanki en büyük şampiyonluk şansı Ferrari'de değil de Red-Bull'da gibi, sanki burası onların oyun alanı gibi. Sürekli bir etkinlik, motorhomelarının önünde sürekli bir kalabalık ... İlgiyi çekmeyi biliyorlar....


Bu arada Mclaren'de Jenson çok rahat, Şampiyonluk adayı Alonso'da rahat gözüküyor... Webber ise kendine hala güvenli,...Seb biraz daha bu sene olmazsa seneye havasında... Lewis'se hepsinden biraz daha gergin gibi, daha doğrusu konsantre mi desem... Bu konu da Sir Jackie Stewart'a mikrofon uzattık, bize Webber'i hala şampiyonluğua yakın gördüğünü söyledi...


Padok'tan biraz daha bilgi vereyim, yeni takımların motorhomelarının bulunduğu bölüm, balık hali gibi. Sürekli balık pişiyor ve koku buram buram e alanda dar olunca, samimiyetin zirve yaptığı bir noktaya ulaşıyor bu bölüm...Tabi genç pilotlar da sürekli bir transfer sohbeti var... Özellikle Bruno Senna'da.... Bir de Brezilyalı pilotların inanılmaz bir ilgi gördüğü ve her anlarının Brezilya basını ile dolu olduğununu ekleyeyim - e çok da garip değil gibi...


Bu arada akşama doğru Serhan Acar ve Tayfunla pisti hem koştuk hem de konuştuk. Pisti koşmak Formula 1 Dünyasında bir ritüel diyebilirim. Tüm çalışanlar ve basın mensupları bunu yarışlar ya da biten bir günün ardından yapıyor. Biz de hem spor yapmış olduk hem de buna yorumlar ekleyerek eğlenceli bir iş çıkardık.


Son olarak bu satırları yazarkeni 1. antrenman turları koşuluyor Dün Rüyamda V.Petrov, Renault'tan gönderildiği için karşımda gözyaşı dökmüştü.Şimdi de antrenman turlarında yarış dışı kaldı. Mesaj mı, yoksa eve fazla iş getirmek mi :)?



Not: Bernie Ecclestone özel röportajında yaşananları ve Ayrton Senna üzerine yaptığımız çalışmada öne çıkan detayları farklı başlıklarda aktarmaya çalışacağım...

Görüşmek üzere

Erbatur

22 Ekim 2010 Cuma

Kore'den Farklı Detaylar 2 (Seyir Defteri #3)



Kore'den herkese tekrar merhabalar... Detayları anlatmaya sürdürelim....

Mokpo'da kaldığımızı söylemiştik. Öncelikle şunu belirteyim, bütün o aşk otelleri konusu dışında çok huzurlu bir kasaba burası....Çocuklar, gençler, aileler.... Hafif hafif akan nehir... Güzel bir uzak doğu filmi çekmek istesem seçeceğim mekan burası olurdu diyebilirim.

Mokpo güzel bir liman kenti. Uzun bir sahil şeridi var. F 1'in, limanın büyümesine katkıda bulunacağının farkındalar ve kendilerini Formula 1'le oldukça iyi kaynaştırmış durumdalar...



Kentte "F1 Speed-Up" başlığıyla tüm haftasonu boyunca 7/24 devam eden bir "Hoşgeldin Formula 1" festivali yapılıyor, şovlar sergileniyor. Oldukça renkli bir organizasyon ve Koreliler büyük ilgi gösteriyor

Bir ayrı parantez de sahil şeridi boyunca uzanan özel çadırlara açmak lazım... Buralarda yiyecek içecekten hediyelik eşyaya birçok ufak tefek şey satın alma şansınız var. Ancak asıl olan sergilenen muhteşem hız makineleri. Gerek klasikler, gerek modifiye araçları incelerken biz de Tayfun'la kendimizden geçtik diyebilirim.



Honda Civic eski kasa da olsa Honda Civic'tir

Yemeklere de değineyim. 2 kelime "Oldukça ağırlar" - tercihimiz Mcdonald's oldu :)...


Güzel çekimlerde gerçekleştirdik elbette, bu görüntüleri pazar günü Formula 1 Kulübünde izleyebilirsiniz...





Şehir detaylarının ardından pistten birkaç ayrıntı vermeye çalışayım. Zaten ilk antrenman turlarında Lewis, ikinci antrenman turlarında Mark ve Fernando'nun hızı her yerde yazıyor bu konuyu bir cümleyle geçmiş bulunalım.

Bu arada Hulkenberg'in de çok hızlı olduğu ortaya çıktı. Sponsoru olmadığı için Williams'taki koltuğunu kaybetme noktasına gelen Nico belli ki gelecek yıl yerini koruyabilmek için varını yoğunu ortaya koyacak; burası kesin....




Antrenman turları atıldı ama pistte birçok eksik olduğunu söylemek lazım. Pistin her köşesi halen inşaa halinde.... Bildiğiniz şantiye. Hatta küçük bir mizahi bakış açısıyla, Bernie Ecclestone çıkıp "Burada bir şehir kurulacak, pistin yarısı sabit yarısı şehir içinde olacak. Elektiriğini kendi üretecek, su yer altından çıkacak. Hep düşünürdüm gökdelenlerin arasından Formula 1 aracı geçer mi diye? Biz istedik olacak...." tadında bir reklam filmi çekebilir...


Bu arada Koreli yetkililer, basın merkezini gezip,
tek tek basın mensuplarıyla konuşup, şikayetlerini eksiklerini dinlediler, not aldılar.

Bernie de arada okul müdürü edasıyla pistin farklı noktalarında sürpriz incelemelerde bulunuyor. Komik oluyor aslında, bir anda pat Bernie giriyor içeri, gazeteciler falan geriliyor o seviyede... : )






Nereye bakıyor bu adamlar

Elbette pilotlara da değineceğim. Bernie ve 5 şampiyonluk adayının bir araya geldikleri dakikalar adeta film gibiydi... TRF1 çok güzel bir açıklama yapmış. Kişisel olarak izlenimlerimi de aktarayım.

Lewis açıkçası ilk antrenman turuna kadar oldukça gergindi. Hatta şampiyonluk adaylarının en gerginiydi. Normalde hep gülen yüzü bu kez sanki biraz zorlama ile gülümsüyordu. Jenson en rahatlarıydı. Nasıl olsa son şampiyon ve bu sene de iyi bir iş çıkardığının farkında. Şakalaştı, bol bol Mclaren'e bu sezon için teşekkür etti. DNA'ları o kadar oturdu ki takımla (e İngiliz tabi)...

John Button, oğlu Jenson ve arkadaşlarını çekiyor


Mark rahat görünme çabasında ben elimden geleni yapıyorum tadında, ama sanki hafif bir gerginlik ve baskı sezilmiyor değil. Fernando çok rahat çifte dünya şampiyonu ispanyol nerede ne yapması gerektiğini elbette çok iyi biliyor. Gerektiğinde rahat, gerektiğinde alçakgönüllü, gerektiğinde iddialı. Psikolojik açıdan zirve kesinlikle onun. Vettel, her şeyin bir ilki vardır başaracağım iddasında. Buna inanıyor, gözlerinde görebiliyorsunuz.

Bakalım neler yaşanacak, tarih nasıl yazılacak.....

Bu arada Kamui ile barıştık ona bir de sürpriz yaptık, Formula 1 Kulübü için hazırladık bu bandı...Eğlenceli oldu...

Pistin her tarafında yusufçuklar olduğunu da söyleyeyim. Aslında şehrin her tarafında yusufçuklar var.





Bu da Kamui'nin aracının içi...

Sanırım şimdilik aklıma gelenler bunlar....

Sıralama turları ve elbette büyük yarış sonrası da detayları aktarmaya çalışacağım.

Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere

...Erbatur...

Fotoğraflar: Erbatur Ergenekon

20 Ekim 2010 Çarşamba

Kore'den Farkli Detaylar (Seyir Defteri #2)


..Baslangic Notu: Kore'deki 500th isimli motelimizin Kore bazli klavyesinden yazdigimdan dolayi Turkce karakter bulunmuyor yazida, onceden belirteyim...

Yapilmayacak, olmayacak, iptal olacak tartismalari arasinda ayakta kalmayi basardi Yeongam.
Formula 1 takvimine bu sene katilan Kore GP'si, tum F1 dunyasi icin yeni bir deneyim ve heyacan yaratti. Yarisla ve pistle ilgili detaylari bir sonraki gune birakalim ve biraz cevreden bahsedelim.

Yeongam'a gitmek icin, Seul'de ucaktan indikten sonra isiniz bitmiyor; hatta yeni basliyor desek yeridir. Yeongam yakinlarina ulasabilmek icin tren ya da otobus seceneklerinden birine yonelmeniz gerekiyor...Zira Seul, piste gercekten cok uzak. Hatta soyle soyleyeyim, daha dogrusu somutlayayim - Dusunun ki, hayatinizda ilk kez Istanbul Ataturk Havalimanina ayak bastiniz ama pist tam olarak Ankara'da - ... Mesafe bu kadar uzun iste...

Biz Tayfun'la THY ile yaptigimiz 11 saatlik ucusun ardindan (Ki bircok yabaci basin mensubu da Kore'ye bu seferle geldi belirteyim) bavullarimizi aldik ve Yeongam icin otobus seceneginde karar kildik. Daha dogrusu otelimizin bizi bekledigi piste cok yakin olan Mokpo Kasabasi icin (-Ki tum takim calisanlari ve gazeteciler burada kaliyorlar-) otobusu sectik. Merak edenlerler olabilir, treni de secebilirdik ancak bunun icin Seul merkeze inmek ve 2 aktarma yapmak gerekiyordu. (bu da zaten kararmaya baslayan hava goz onune alindiginda zaman kaybi olurdu diyebiliriz.)

Otobus kotu bir karar degildi. Hem direkt Mokpo'ya gidiyordu hem de bos bir sefere denk geldik. Bizimle beraber Rus ve Hintli bazi gazeteciler otobusteydi. Koltuklar bayagi genisti. 18:20'de hareket ettik - hava kararmak uzereydi - Tayfun'la (Sanirim lise gunlerinden kalma aliskanliklarimizin da bize yon vermesiyle) en arkaya kurulduk, i-podlarimizi taktik kitaplarimizi actik ve yolculuga basladik.
Zaman zaman trafikte ancak buyuk bir bolumu otobanda olmak uzere 6 saatlik bir yolculugun ardindan Mokpo'ya vardik.

Burada otelimizi bulmanin zor olacagini dusunuyordum; ancak bindigimiz taksi kisa bir sure icersinde bizi motelimize ulastirdi.
Simdi sunu belirtmem gerekiyor; aslinda Kore'de yetkililer, F1'e gelen isimlerin(Pilotlar,takim calisanlari,Basin mensuplari vb...) Gwangju'da konakliyacaklarini dusunmusler. Zira Gwangju buyuk otellerin bulundugu buyuk bir yer. Ancak bu sehir piste 1 saat mesafede bu yuzden herkes Mokpo'yu tercih etmis durumda. Mokpo ise kabataslak bir anlatimla `Ask Otelleri Cenneti`. Bir hicligin oprtasinda bir Ask Otelleri Merkezinden bahsediyoruz. Kucuk bir kasaba ve 50 kadar Ask oteli bulunuyor. Kisaca F1 Dunyasi burada Ask otellerinde konakliyor. Yine de buradaki barlar ve kafeler bu duruma gore modfiye olmuslar. Turist sayisi bakimindan da bayram etmis durumdalar. Gormedik ama Gwangju'dakiler ise agliyorlardir heralde hallerine... Ama Mokpo'dan yola cikarak bile ne kadar renkli bir F1 Haftasonu olacagini soylemek yanlis olmayacaktir kanisindayim.

Simdilik benden bu kadar. Saat burda gece 03:00 oldu. Farki merak edenler icin; Turkiye'den 6 saat ilerideyiz. Padok alaninin durumunu; pisti ve Yarisa dair detaylari an be an yine aktarmaya calisacagim...

Gorusmek uzere, kendinize iyi bakin...

Erbatur

13 Ekim 2010 Çarşamba

Tren Rayları Arasında (Seyir Defteri #1)



Yer Japonya. Suzuka - Gifu Treni....En önde tekerlek abi(hem benim sırt çantamı hem de tayfun'un kamerasını her koşulda taşıyan; aerodinamik yapısı Adrian Newey'i bile kısıkandıracak yapıdaki çift tekerlekli siyah şey:)) yanında ben, en arkada Tayfun.

Japonya GP'si, Türkiye'de yayın saatleri , horozların iş başı yaptığı dakikalara denk gelmesi sebebiyle, izlemesi oldukça zor saat dilimlerini kaplıyor... Bu sebeple hem Türkiye'deki F1 severler, hem de Istanbul'daki ekibimiz bu haftasonu uykuya hasret dakikalar geçirdiler...

Japonya ayağında bendeniz ve Tayfun'da her yarışta olduğu gibi Suzuka'da da uyku kavramına zaten uzaktık. (Zira sanırım artık gerek duymuyoruz) ....

Konaklama açısından pek de talihli olduğumuz söylenemezdi...Otelimiz Gifu'da pist de bildiğimiz üzere Suzuka'daydı. Bu da kabaca bir hesapla 3 aktarma da Badahil 3 saate denk geliyor. Başka bir deyişle 3 saat gidiş + 3 saat geliş= 6 saat...+ 4 saat çekim ve röportajlar (minimum)= 10 saat... + Bir de 5 saat montaj toplamda= 15 saat gibi bir kaba hesap koyabiliyoruz ortaya...

Elbette bu bir serzeniş ya da çok yorulduk notu değil. Bir fotoğraf altı yazısı(sadece standart normlardan biraz uzun sürdü)... Arada bazı çekilen fotoğraflarla beraber burada yazmaya çalışacağım, seyahatlerden yansımayanları...

Yeri gelmişken şunu da belirteyim, açıkçası aşık olduğumuz şeyi yaptığımızdan yorgunluk değil, yapabileceğimizin en iyisini yapma, verebileceğimizin en iyisini verme hissiyatını taşıyoruz her zaman... Bizim hissetiğimiz, heyacan ve F1 aşkını yaptıklarımızla aktarmaya çalışıyoruz ortaya koyduğumuz ürünlerde... Yani değiyor mu bizce her saniyesine değiyor... Umuyoruz siz de böyle düşünüyorsunuz...

Sevgiler, saygılar;

Erbatur...